Türkiye Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay’ın, "BM Güvenlik Konseyi'ni ve uluslararası toplumu Kıbrıs Türklerinin egemen eşitliğini ve eşit uluslararası statüsünü tescil etmeye, Kıbrıs Türk Devleti'ni tanımaya çağırıyoruz" sözleriyle kendimizi yeni bir tartışmanın içinde bulduk.

Fuat Oktay’ın Kıbrıs Türk Devleti tanımıyla ne kastettiği, yapılan açıklama ve sonraki söylemleri takip ettiğimizde net değil, o nedenle herkes bu söylemi kendine göre yorumluyor. Ancak göz ardı edilmemesi gereken nokta, Türkiye’nin iki devletli yapı politikası çerçevesinde seçenekleri takip ettiğidir.

Söylemin üzerinden günler geçiyor ama KKTC’deki yetkili makamlardan ses yok. Cumhurbaşkanı günlük ziyaretlerine devam ediyor, Dışişleri Bakanlığı hafta sonu tatilinde. Sadece Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı bu açıklamayı “dönüşü olmayan bir yol” olarak gösterdi.

Burdan da anlaşılıyor ki Kıbrıs Türk Devleti söyleminde kastedilenin ne olduğundan KKTC resmi makamların haberi yok, ilgileri varmı bilemem.

Bilindiği gibi Kıbrıs Türk Devleti Annan Planı’ndaki Kuzey Kıbrıs’ın yeni ismi olacaktı. Referandum sonrası hüsrana uğrayan solda bir kesim Kıbrıs Türk Devleti’ne sahip çıkılmasında ısrarcı olmuştu. Dönemin Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat bu kesimi “azınlık radikaller” olarak nitelendirip bu beklenti değersizleştirilmişti.

İslam Konferansı Örgütü’nde bu isimle temsil edilmeye başlamıştık, sonrası bu söylem sönüp kaybolmuşken yeniden gündemimizin merkezine geldi.

Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni Kıbrıs politikasına bakıldığında iki devletli bir çözüme ulaşılamayacaksa, KKTC’yi tanıtmaktır.

KKTC mi, yoksa Kıbrıs Türk Devleti mi uluslararası yapıda kabul görür diye sorduğumuzda benim görüşüm, Kıbrıs Türk Devleti’nin şansı daha yüksek.

Tüm uluslararası yapılar tarafından kabul görmemiş bir KKTC’yi kabul görüp onaylanan bir yapıya dönüştürmekten daha az zor olan Kıbrıs Türk Devleti üzerinden yürümektir.

Türkiye Cumhuriyeti, Kıbrıs’ta federasyon çerçevesinde bir çözüme ulaşmanın artık mümkün olmadığı gerekçesinden hareketle, iki devletli bir çözüm politikasını belirledi. Belirlemekle de kalmayıp dünyaya her platforumda bu yönde mesaj verilen bir strateji uygulanmaktadır.

Bizim mevcut hükümet için böyle bir politika sorun değildir. Zaten üç partinin Kıbrıs sorunuyla ilgili isteklerine uygundur. Ancak Cumhurbaşkanı, Başbakan, Dışişleri Bakanı ve bu konuda en çok konuşan Ulaştırma Bakanı’nın Türkiye’nin politikasını pek de anlamış olduklarını sanmıyorum. Şöylemleri ve politikalarını yorumladığımda böyle bir sonuca ulaşıyorum.

Tek bir örnek verecek olursam. Eğer böyle bir yeni politika KKTC devleti tarafından samimi olarak belirlenmiş olsaydı yapılması gereken bu politikanın gerekliliğini topluma anlatmak ve karşı duruş sergileyenleri ikna etme sürecini işletmektir. Bizimkiler ne yaptı? Toplumu kentleyecek bir yol izleme yerine kutuplaştırma stratejisi uyguladılar. Yerel seçimleri federasyoncularla iki devletçiler arasında bir yarışa indirgediler. Bu söylemi kullandıkları Mağusa’da seçmenin onların beklentisi dışında hareket etmesinden yola çıkarsak inandırıcı olmadıkları görülecektir.

Toplum olarak bu noktada ne yapmalıyız?

Bu söylemden sonra tüm önyargılardan sıyrılıp süreçleri gerçekçi bir gözle takip edip tartışmalıyız.

20 yıl önce Kıbrıs Türk Devleti’ni savunanlar şimdi Türkiye istedi diye “yok” mu diyecek? Aynı dönemde Kıbrıs Türk Devleti’ne soğuk bakan ve Kıbrıslı Türklerin Elen tuzağı altında eriyip kaybolacağını savunanlar, öneri Türkiye’den geldiği için “evet” mi diyecek.

Benim görüşüm hepimizin kafası karışık, duygular ve mantığı farklı cephelerde olanlar da azımsanamayacak durumda. En azından iki günde bu konuyu konuştuklarımın böyle bir pozisyonda olduğunu söyleyebilir.

Herkesin görüşü birbirinden çok farklı, böyle olması da normaldir. Yapmamız gereken herkesin görüşüne saygı duyarak, görüşlerimizi tutartlılık içerisinde tartışmaktır. Toplumsal konsensusü sağlayacak siyasi liderlikten yoksun olduğumuz bu dönemde zor da olasa denemeliyiz.