“Surlariçi çocukları, çete yapısından sıyrılıp normal yaşama döndürülemezlerse kendilerini daha büyük suçlarla, geriye dönüşü olmayan acıların içinde bulacaklar. Cumhurbaşkanı, hükümet, Lefkoşa Belediyesi ve polisin bu konu üzerine samimiyetle kafa yorması zaruridir. Hem insanların güvenliğinin korunması hem de bu çocukları kazanabilmek için lütfen herkes üzerine düşeni yapsın” şeklinde bitirmiştim 5 Kasım’da yayınlanan makalemi ve endişelerimi not düşmüştüm. Geçen 7 ayda Lefkoşa Surlariçi’ne dokunan bir el olmadığı için maalesef endişelerim hayat buluyor ve bölgede farklı farklı yapılanmalar ve çeteleşmeler öyle bir genişliyor ki bu girdaba girmekten kurtulabilecek gençler kalmayacak gibi. Lefkoşa’nın genişlemesiyle şehrin yerlilerinin yaşam konutları ve ardından işyerlerini surlar dışına taşımasıyla, ekonomik değeri düşen bölge dünyadaki birçok örnek gibi yabancı işgücünün yaşam yerine dönüşmüştü. İşçiler ve izne çıkan askerlere hizmet veren işletmeler dışındakiler ekonomik olarak zayıfladıkça, şehrin merkezi yabancılaştı. Mekânlar, simalar, kültürel değişimleri gözlemledik. 2000’li yıllara doğru bölgeye uğrayanların sayısı çok azalırken, arabayla bile bölgeden geçilmeye korkulacak bir hale gelmişti başta Abdi Çavuş Sokak ve bölgesi. İşçilerin yerleşik bir düzen kurmasıyla birlikte ailelerini getirmesi, bekârların da Türkiye’deki ekonomik durumun daha iyi konuma gelmesiyle ülkelerine geri dönmesiyle, yeni bir dönüşüm yaşandı surlar içinde. Uzakdoğulular, Türkmenistanlılar ve Afrikalıların mekânı oldu bölge. Ancak Lokmacı Kapısı’nın açılmasına paralel bölgeye yapılan yatırımlar gözle görülür bir şekilde artmaya başladı. Bugün baktığımızda yeme içme sektöründe birçok nezih ortamın oluştuğu surlar içinde 20 yıl önce geçmeye korkulan sokaklarda butik oteller açılmaya başladı. Tüm bunlar ekonomik ve gözümüze çarpan değişimlerdi. Ama bana göre en önemlisi toplumsal değişim ve bölgede ikamet eden aileler ve onların çocuklarının, devlet ve adaletten yoksun yaşadıkları algısını değiştirebilmektir. Etraflarında cereyan eden örneklerin de etkisiyle oluşan isyan, yıkıp dökmeyi, güç göstermeyi ve “biz buradayız” dedirtecek eylemlere yönelen yeni bir gençlik yarattık. Türkiye kanallarındaki dizilerdeki karakterlerle kendilerini eşleştiren kesimler türedi. Hem kendilerine hem ailelerine hem de toplumsal yaşama zarar verdiklerinin ya bilincinde olmayan ya da içlerindeki öfkenin büyüklüğünden bunu umursamayan gençliğin çeteleşme süreçleri maalesef başta polis olmak üzere yönetim mekanizmaları ve sivil toplumun duyarsızlığından dolayı geri dönülmez bir boyuta taşınıyor. Geçtiğimiz yıl bu zamanlarda orta eğitimde okuyan öğrencilerin yolunu kesip onlardan zorla harçlıklarını alarak kendini gösteren çocuk çeteler, sonrasında kendilerine bölgeler tahsis ettiler. Hatta oralardaki gözlerine kestirdikleri kamusal mekânları sahiplenip kendilerine karşı duranlara tehditler savurdular. Bunların haberleri yapıldı, televizyon programlarında köşe yazılarında tartışıldı. Gelinen noktanın ve bunun habercisi gelişmelerin farkında olmadığını iddia edecek yoktur zannederim. Tüm bunlar olurken polis defalarca uyarıldı, mağdurlar şikâyetlerde bulundu ancak konu hiçbir zaman “bu gençleri kurtaralım” boyutuna gelmedi. Surlariçine, seçim arifesinde gidip oy almak için bin bir yalan üretilen bir bölge olarak bakmaktan vazgeçmeli. Özellikle bölgede yerleşik yaşayanları hem ekonomik hem de toplumsal yaşama, sömürülmeden sıyrılmış bir anlayışla katmak gerek. Bu popülizmden sıyrılmış bir şekilde, şova dönüştürmeden gençlerin hayatına bir dokunuş daha da geciktirilirse daha acı günlerde sızlanmak bizi bekliyor.