Türkiye’de meydana gelen deprem ve bunun devamında ülkemizin de bir depreme maruz kalacağı açıklamaları dikkatleri yıkılma tehlikesi olan binalara çevirdi.
İlk odağımız okullar oldu. DAÜ hazırladığı bir raporda risk taşıyan okulları açıkladı.
Tehlikeli bina olduğu yıllardır raporlanan okul binaları öncelikli olarak boşaltılırken kamu binalarından yığınla riski yansıtan fotoğraflar sosyal medyada gözümüze sokuluyor.
Her yerimiz dökülüyor algısı yerleşiyor.
Mimar ve inşaat mühendisleri son günlerde telefonlara bakamaz hale geldi. Herkes ikametgâhının deprem güvenliğini test etme peşinde.
Ülkemizde her an deprem olacakmış gibi haberler gelmeye devam ederken, birçok insan arabalarında ısınma ve beslenme ihtiyaçları için stoklar yaptı.
Tüm bu psikolojimizi geren ve diken üzerinde uyumamıza yol açan ortamla birlikte doğal olarak Kıbrıs’ın güvenli bir yer olmadığı algısı yurt dışına da yayılmış ve turizme olumsuz etkileri yansımaya başladı bile. Birçok otelden rezervasyon iptalleriyle ilgili bilgiler geliyor.
Otelleri arayan turistler deprem güvenlik belgesi soruyor. Bu tür belgeler güvenilir bir mekanizma sonrası hazırlanamazsa, ekonomik darboğazın nefes alma borularından olan turizm de sekteye uğrayacak.
Çocuklarımızı vurduğu için depremi daha acı hissettik. O nedenle yıkılma riski olan okulların önceliğimiz olması doğrudur.
Ancak, bu süreçte yılların ihmalkarlığı da yüzümüze vurdu. Özellikle Erenköy Lisesi’nin durumu yıllardır haberlere konu olmasına rağmen önlem alınmasıyla ilgili ısrarlı takibin olmaması yetkililerin yan gelip yatmasını da kolaylaştırmıştır.
Şimdi, hepimiz tutuştuk ve geriye dönük süreci araştırdığımızda çok sayıda risk raporunun bakanlıkların tozlu raflarına gömüldüğünü öğrendik.
En acısı Lefkoşa Dr. Burhan Nalbantoğlu Hastanesi’nin yıkılma riski taşıdığına dair ilk raporun 2000’li yılların başına kadar dayandığını öğrendiğimde şoklarımı yaşadım.
Şokun en büyüğü de her gelen bakana bu raporların takdim edildiği ve biri dışında hiçbirinin adım atmadığını da görüldü.
Sadece Filiz Besim’in bakanlığı döneminde hastanedeki risklerin ortadan kaldırılmasına odaklandığını da not etmek gerek. O da bu sorunu çözmek için proje geliştirdi ama bakanlık süresi bu girişimin hayat bulmasına yetmedi.
Sonraki gelen bakanlar da bu süreci ileri taşıyıp ülkemizin en teşekküllü devlet hastanesinin yıkılma riskine çözüm üretmeyi gündemlerine almadılar.
Hastanenin güvenliğini bile önceliğine almayan yönetimlerin toplumsal hassasiyetleri olmadığını yeniden deneyimlemiş olduk.
Hükümete düşen görev, uzmanların ilgili bakanlıklara verdiği tüm raporları gündeme alıp gerekli adımı atmasıdır. Bunu yapacak samimiyet ortaya konulmazsa tüm söylem ve eylemler boşta kalacaktır.