KIBRIS

Çavuşoğlu: Çalışanlara sesleniyorum, bu mücadelede hukuki zemin yoktur

Bir kurumda sıra beklerken birbiriyle bağlantısız ve farklı anlarda yanıma oturan iki yaşlı insanla yaptığımız sohbetten çıkarttığım sonuç, yönetimlere karşı inanç yitirilmiştir. Çaresizlik ve kaderine razı yapıda insanlar…

İki yurttaşımız da benim gazeteci olduğumu bilmeden, yanlarına oturan kişiye içlerini dökme ihtiyacından dolayı konuşuvermişlerdi.

Önce 70 yaşlarında Gönyeli’de doğup büyüyen bir adam, ardından aynı yaşlarda Kaymaklılı bir kadın. Dertleri farklı ama vardıkları sonuç aynı.

Yılbaşından beri öksürüğü atlatamayan kadın, “zehirli hava soludukça nasıl iyileşeceğiz” diye sohbete girişti. Neden sorularıyla ben onu yönlendirince, surlariçinin geçmiş yıllarda gündeme getirdiğimiz bir sorununun Kaymaklı’ya kadar sıçradığını öğrenmiş oluyorum.

Sobalara odun yerine, cilalı tahta veya odun olmayan başka maddeler atılmasının yarattığı zehirli havaydı ana dert. Ama bunun için yaptığı girişimlerde karşılaştıkları, ülkesinden soğuttu yaşlı kadını ve “oğlum, gidecek yerimiz de yok ki, mecburuz biz Kıbrıs’ta yaşamaya” sözleri süzülüverdi dokunaklı ses tonuyla.

Zehir solumak zorunda bırakılan bir vatandaş olarak şikayetini ilettiği belediyeden, “Teyze gelsek de bir şey yapamayız, ceza yazacak mevzuat yok” yanıtını alan yurttaşta zerre kadar inanç kalmaması doğaldır.

Sorunu yerinde görüp, gerekirse yurttaşı adına çevre dairesi ile temasa geçmek zor mu bir belediye için? Ekmeğini kazandığı kent için? Bizde maalesef imkansız. Benzer örneği bu sütunlara geçmiş yıllarda da yansımıştı.

Gönyelili amca ise sohbete “kimlerdensin?” sorusuyla başlıyor ve ardından kendini anlatıyor. Babasını, çocukluğunu, bugüne kadar yaptığı işleri ve genel toplumsal yapımızla ilgili tespit ile eleştiriler de ardından geliyor.

1960’lardan başlayarak, yapılan üretimler ve kendi işlerini anlatırken hep “zor günlerde bile daha iyiydik” diye ekliyor.

Onu üretirdik, bunu üretirdik diye sıraladıktan sonra, “ama şimdi ürettirmiyorlar be oğlum, baskı altında üretirken şimdi neden üretmiyoruz?” diye sorup, yanıtı da kendisi veriyor, “Tükendik, tüketildik ve tüketilmeyi göz göre göre izliyoruz”

1974 öncesinde çaresizliğin en ağır şekilde hissedildiği dönemde bile bugünkü gibi toplumun tükenmişlik görüntüsü vermediğini vurgulayan Gönyelili adam, “Rum bile direncimizi kıramamış, bizi tüketememişti, ama şimdi teslim olmuş bir toplum var”

Yönetenlerin, yapabilecekleri olmasına rağmen, bir şey yapmadıkları kanısında olan vatandaşımızın toplum içinde de yaygın olan bu düşüncesi, üzerinde çok durmamız gereken bir konumdur.

Her iki kişide de, siyasilere topyekun güvensizlik ve hayal kırklığı varken, bazı sorulara da yanıt aramaya devam ediyorlar. Bunu umut verici son belirti olarak görüyorum.

Sobalara atılan odun dışı hammaddeden dolayı halkının zehirlenmesine seyirci kalan yönetimleri anlamakta zorlandığını ısrarla tekrarlayan kadının ağzından son vurucu cümle çıkıyor. “Memleketi çöp götürdü, bunu bile çözmeye yanaşmayan yönetimler neden iktidara gelme yarışı yapıyorlar?”

Sıram geldiği için ayrılmak zorunda kaldım ve sohbetimiz burada noktalanmıştı. Ama gün boyu etkisi altında kaldığım bu iki kısa sohbetin altındaki derinliklerin yine, yeniden ve hiç durmaksızın irdelenmesi gerektiği kanattım daha da belirginleşti.

Merkezi ve yerel yönetimde olanların halka, bu ülkeyi düşünerek iş yaptıklarını hissettirmeleri gerekir.

Devletine, hükümetine, toplum liderlerine inancın yitirilmesi ülkenin tükendiğiyle eş anlamlı olduğu kabul edilmeli ve samimiyetle ülkemizi sevdiğimizi gösterecek küçük küçük de olsa adımlar atmakta daha da gecikmeyelim.