1975’ten itibaren ülkemizdeki seçimlerde “korku”, “vaat” ve “para”  en etkin kullanılan araçlar arasında yer alıyor.

Önce korku vardı, şimdi bu korkuyu yendik gibi durur.

Oy pusulaları söylendiği şekilde mi katladı diye sandıkların önünde bekleyenleri hatırlarım. İşinden atılacağı korkusuyla oyunu iktidardaki partiye verdiği belli olsun diye gösterilen şekildeki katlanan oy pusulalarından, cep telefonuyla verilen oyun fotoğrafının çekilmesine geçildi.

Korku, büyük oranda etkisini kaybetti, ancak böyle bir oy verme yöntemi vaat ya da diyeti göstermek için halen tercih edilir durumdadır.

Seçim propagandalarının vazgeçilmezi ve seçimden sonra verenin de inananın da unuttuğu vaatler, bugün dahi geçerliliğini koruyor.

Seçmenin oyunu para vererek satın alma ve yukarıda belirtilen şekilde oy verilmesini sağlama eğiliminin yaygın bir metot olarak kullanıldığını çok duymuşuzdur.

Seçmene para verildiği hikâyeleri çocukluk hatıralarıma kadar gidiyor. Seçimle ilgili büyüklerin konuşmalarından hatırladıklarım kadarıyla Gazimağusa’ya bağlı Türkiye kökenlilerin yoğunluklu olduğu köylere son gece çantalarla para taşınarak oy satın alma eğilimleri vardı.

1990’lı yıllara gelindiğinde bu köylerde artık beklediğini bulamayan partiler, yoğunluğu Gazimağusa’da Maraş, Lefkoşa’da ise surlariçine yönlendi. Ve malesef güçlü olduğunu gösterme ve kanaat önderliğine soyunarak süreci yönetmek isteyenlerin bol tarafından dernekler kurduğunu da biliyoruz.

Son milletvekili seçimlerinde Lefkoşa surlariçinde cumartesi gecesi para dağıtma operasyonlarında silahların bile çekildiğinin haberlerini anımsıyorum.

Belediye seçimleri ile cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Maraş ve surlariçi seçmeni, para dağıtanlara ders vermişti. “Sizden de rakibinizden de gelen paraya hayır demeyiz, ama oyumuzu kendi irademize göre kullanırız” mesajları sandık sonuçlarında kendini göstermişti.

Tabi bu mesajın alınmadığını yarın gece bu bölgelerde tur atanlar sayesinde net olarak görebileceğiz.

Türkiye kökenli seçmenin iradesini yıllardır “onlar seçilirse, sizi gemilere doldurup gönderecekler” sözüyle verilen korku ve para vererek oylarını alma eğilimi artık sökmez hale geldi.

Ama bugün en tehlikelisi yaşanıyor. Irkçılığa dayalı oy alma yöntemine başvuranlar meclise girme adına bu tehlikeli oyunu oynamaktan vazgeçsinler ya da vazgeçirilsinler.

“Biz Kıbrıslı-Türkiyeli ayrımcılığı yapmıyoruz” diyenlerin seçmen ziyaretlerinde bu ayrımcılık üzerinden oy istediklerine dair son günlerde çok sık duyumlar almaya başladık.

Türkiye kökenli seçmenlere gidip, Kıbrıslılar aleyhinde propaganda yaparak, “Türkiyelilerin hakkını yalnız biz koruruz” diyerek, ırkçılık temelli yalana ve bu yaklaşımı gizleme gayretine dayalı propaganda yürütülüyor.

Bizleri ürküten bu tabloda, ırkçılık üzerinden siyasette prim elde etmeye çalışanları görüyoruz. Bu anlayışla hareket edenlere, yaptıklarının ne kadar yanlış olduğunu söylesek de dinleyecek cinsten değiller, onların gözleri kapandı ve önyargılarıyla beslenen ırkçılığa odaklanan beyin yapıları, ülkemizde yeni bir riskli tablo yarattı.

Yıllarca Türkiye kökenli seçmenler birçok noktadan dokunuşlarla iradeleri şekillendirilmeye çalışılırken, şimdiki yöntem bazı çevrelerde etkili olabiliyor. Ama bundan ciddi rahatsızlık duyan Türkiye kökenliler de mevcuttur. Bazı gidilen yanlış kapıların sayesinde, bizler de kullanılan dilin çirkinliğini öğrenebiliyoruz.

Kıbrıs’ın güneyinden ve Türkiye’den gelenlerin yerleştirildiği Kuzey Kıbrıs coğrafyasında bu karma ortamda doğan biri olarak ilişkilerim ve bakış açımda bugün sürdürülmeye çalışılan ırkçılığı hissetmedim, hissettirmedim. Ben böyleyken, onlar neden böyle sorusunun yanıtı belli. Bireysel siyasi rantları için insanların duygularıyla oynamayı umursamayan kötüler, bu kez zafere ulaşmasın…

Geçen 42 yılda bırakın ayrışmayı, biz arkadaş olduk, komşu edindik, aile kurduk. Çirkin yaklaşımlarınızı üzerimizden uzak tutun yeter…